"Hayır aşkım, şu lanet olası çizginin gerisinden atarsa 3 sayı..."
Lakers - Heat maçında Staples Center'ın ağırladığı pek çok ünlüden ikisi de Penelope Cruz - Javier Bardem çiftiydi.
26 Aralık 2010 Pazar
23 Aralık 2010 Perşembe
Rosell'in uzun vadede planları...
"Guardiola'nın Barca'nın Ferguson'u olmasını isterim. Sonra da Barca'nın Beckenbauer'i. Yani kulüpteki teknik direktörlük kariyerinin ardından kulübe başkan olmasını isterim."
Barcelona Başkanı Sandro Rosell, 2008'de göreve geldiğinden beri 1'er yıllık sözleşmelerle devam eden Pep Guardiola hakkında 30 yıllık kalkınma planını hazırlamış bile! Guardiola'ya sorduğunuzda ise cevabı şu gülümseme olacaktır:
Barcelona Başkanı Sandro Rosell, 2008'de göreve geldiğinden beri 1'er yıllık sözleşmelerle devam eden Pep Guardiola hakkında 30 yıllık kalkınma planını hazırlamış bile! Guardiola'ya sorduğunuzda ise cevabı şu gülümseme olacaktır:
22 Aralık 2010 Çarşamba
O mezar taşı Cornella'ya nasıl sokuldu?
De (get) Gea!
20 Aralık 2010 Pazartesi
17 Aralık 2010 Cuma
Eşleşmeler...
16 Aralık 2010 Perşembe
günün fotosu: şoförle konuşmak yasaktır!
15 Aralık 2010 Çarşamba
günün fotosu: maracanã'yı da yıkarlar!
11 Aralık 2010 Cumartesi
Manavların Sessizliği
Sanırım 2007 senesiydi. (Hatta şu an itibariyle ‘sanmıyorum’. Google’a sordum ve eminim!) Beşiktaş’ta Tansaş’ın da yıkıldığı meydan düzenleme projesinin kurbanlarından biri de Halk Pazarı olmuştu. Orada tezgâhı bulunan onlarca manav, gönülsüzce de olsa tası-tarağı toplamak zorunda kalmıştı haliyle…
Takip eden günlerde civar mahallelerin ara sokaklarında manavlar açılmaya başladı. İnanılmaz bir şekilde her boş dükkân hızla manava dönüşüyordu. 90’ların sonunda internet cafe’lerin yayıldığı zamana benzer bir hızdan bahsediyorum.
Halk Pazarı’ndaki tezgâhını kaybeden amcaların “en iyi bildiği işi yapma” konusundaki direnişi örnek alınacak cinstendi. Ama bir yandan da acıklıydı ve başarısızlığa mahkûmdu. Bazılarıyla sohbet etme imkânı bulmuştum. Kendileri de ‘kurtarmayacağının’ farkındaydı. Üç beş apartmanın alacağı yarımşar kilo domates, birer demet maydanozla dükkân kirası bile ödenmezdi.
Birkaç ay sonra bu kez manav sayısı (aynı hızla olmasa da) düşmeye başladı. Kimi bakkala çeviriyor, kimi tamamen kepenk indirip pazaryerlerine göç ediyordu. Sonra biz taşındık Beşiktaş’tan…
Halk Pazarı’ndaki manavlardan pek sık alışveriş etmezdik. O işimizi genelde Cumartesi Pazarı’nda ya da (bu bir gerçek: daha ucuz oldukları için) süpermarketlerde görürdük. Ama yine de severdim bu mekânı çünkü Halk Pazarı’nın içinde bulunan öğrenci-dostu Bolu Et Lokantası’ndan dolayı haftada birkaç kez buraya yolum düşerdi. (‘Az’ kelimesinin “Usta, öğrenciyiz. Fazla para yok. Bir kıyak geçersin artık!” anlamına gelen bir şifre olarak kullanıldığı bu lokantada ‘az’, fiyat bakımından ‘tam porsiyon’un yarısı, miktar bakımından ise yarıdan çok daha fazlası olurdu. Dolayısıyla ‘az çorba’nın peşine ‘az pilav-musakka’yla 2-3 liraya karnınızı sıcak yemekle doyurur, şanslı gününüzdeyseniz üstüne tatlınızı da yerdiniz.)
2-0 öndeyken savunmaya çekilmek yerine oyun planını hiç bozmadan devam eden hatta bu yüzden başına dert açan takım; yapımcıların cazip dizi teklifini “herkes işini yapmalı” diyerek reddeden şarkıcı; yöneticisinin verdiği alakasız ve angarya görevi “benim iş tanımında bu yok” diye posta koyarak geri çevirme cesareti gösteren beyaz yakalı… Keşke herkes “en iyi bildiği işi yapma” konusunda bunlar ve tabii ki bir de Beşiktaşlı manavlar kadar ısrarcı olsa!
Takip eden günlerde civar mahallelerin ara sokaklarında manavlar açılmaya başladı. İnanılmaz bir şekilde her boş dükkân hızla manava dönüşüyordu. 90’ların sonunda internet cafe’lerin yayıldığı zamana benzer bir hızdan bahsediyorum.
Halk Pazarı’ndaki tezgâhını kaybeden amcaların “en iyi bildiği işi yapma” konusundaki direnişi örnek alınacak cinstendi. Ama bir yandan da acıklıydı ve başarısızlığa mahkûmdu. Bazılarıyla sohbet etme imkânı bulmuştum. Kendileri de ‘kurtarmayacağının’ farkındaydı. Üç beş apartmanın alacağı yarımşar kilo domates, birer demet maydanozla dükkân kirası bile ödenmezdi.
Birkaç ay sonra bu kez manav sayısı (aynı hızla olmasa da) düşmeye başladı. Kimi bakkala çeviriyor, kimi tamamen kepenk indirip pazaryerlerine göç ediyordu. Sonra biz taşındık Beşiktaş’tan…
Halk Pazarı’ndaki manavlardan pek sık alışveriş etmezdik. O işimizi genelde Cumartesi Pazarı’nda ya da (bu bir gerçek: daha ucuz oldukları için) süpermarketlerde görürdük. Ama yine de severdim bu mekânı çünkü Halk Pazarı’nın içinde bulunan öğrenci-dostu Bolu Et Lokantası’ndan dolayı haftada birkaç kez buraya yolum düşerdi. (‘Az’ kelimesinin “Usta, öğrenciyiz. Fazla para yok. Bir kıyak geçersin artık!” anlamına gelen bir şifre olarak kullanıldığı bu lokantada ‘az’, fiyat bakımından ‘tam porsiyon’un yarısı, miktar bakımından ise yarıdan çok daha fazlası olurdu. Dolayısıyla ‘az çorba’nın peşine ‘az pilav-musakka’yla 2-3 liraya karnınızı sıcak yemekle doyurur, şanslı gününüzdeyseniz üstüne tatlınızı da yerdiniz.)
2-0 öndeyken savunmaya çekilmek yerine oyun planını hiç bozmadan devam eden hatta bu yüzden başına dert açan takım; yapımcıların cazip dizi teklifini “herkes işini yapmalı” diyerek reddeden şarkıcı; yöneticisinin verdiği alakasız ve angarya görevi “benim iş tanımında bu yok” diye posta koyarak geri çevirme cesareti gösteren beyaz yakalı… Keşke herkes “en iyi bildiği işi yapma” konusunda bunlar ve tabii ki bir de Beşiktaşlı manavlar kadar ısrarcı olsa!
8 Aralık 2010 Çarşamba
Alın size 'Bask Modeli'!
Beşiktaş - Bursa maçının akşamı San Sebastian'da Real Sociedad - Athletic Bilbao maçı vardı. Ntvspor vermedi ama Skysport'ta yakalamayı başardım 'Bask derbisi'ni. Fotoları paylaşmak ancak bugüne kısmetmiş.
Tartışma programlarında terör konuşulurken uzmanlarımızın diline pelesenk olmuş bir 'Bask modeli' lafı vardır. Bask bölgesi neresidir, dertleri nedir sorsanız çoğu bilmez, o ayrı...
Ben de diyorum ki, illa bir 'Bask modeli' istiyorsanız bu maçı model alın. O akşam Anoeta'da iki takım taraftarı 'karışık' oturdu. Birbirlerine çekirdek, cips, bira ikram eden taraftar görüntüleri sık sık ekrana yansıdı. Başlama vuruşundan önce de bir evvelki gün yaşamını yitiren Basklı şair Xabier Lete için saygı duruşu vardı. İşte o güzel kareler...
Tartışma programlarında terör konuşulurken uzmanlarımızın diline pelesenk olmuş bir 'Bask modeli' lafı vardır. Bask bölgesi neresidir, dertleri nedir sorsanız çoğu bilmez, o ayrı...
Ben de diyorum ki, illa bir 'Bask modeli' istiyorsanız bu maçı model alın. O akşam Anoeta'da iki takım taraftarı 'karışık' oturdu. Birbirlerine çekirdek, cips, bira ikram eden taraftar görüntüleri sık sık ekrana yansıdı. Başlama vuruşundan önce de bir evvelki gün yaşamını yitiren Basklı şair Xabier Lete için saygı duruşu vardı. İşte o güzel kareler...
Etiketler:
Athletic Club,
Basque Country,
Real Sociedad
6 Aralık 2010 Pazartesi
Bankaya Çalım At!
Eric özetle şöyle dedi: “Bu kapitalist düzenin bankalarında dönen şey sizin paranız değil, rakamlardan ve yalanlardan ibaret. Hepiniz aynı gün paranızı çekmeye kalkın, nasıl telaşa kapılacaklarını göreceksiniz. Tarih de veriyorum: 7 Aralık.”
Aslında Cantona’nın bu teorisinin bir devlet sırrı ya da yepyeni bir keşif olduğunu söylemek güç. Herhangi bir ekonomiste, hatta komşunun İktisat 1’de okuyan oğluna sorsanız benzer şeyleri duyarsınız. Ekmeğe zam geldiğinde verdiğimiz ilk tepki olan “Üç gün kimse ekmek almasa bak nasıl düşürüyorlar fiyatı…”dan da pek farklı değil. Ama herhangi birisinin söylemesi başka, koskoca Eric’in söylemesi başka…
O ‘7 Aralık’ bugün… Cantona’nın projesi (BankRun/StopBanque diye aradığınızda ayrıntılarına ulaşabilirsiniz) muhtemelen ‘sisteme’ pek bir zarar vermeyecek. Ama yine de özellikle Fransa ve İngiltere’de Cantona formalı gençlerin ve orta yaşlıların bazı bankalarda ‘olağandışı’ bir hareketlilik yaratmaları bekleniyor. Akşama doğru ajanslara düşecek bu görüntüleri izlemek zevkli olacak.
Kendi adıma konuşayım: Ne mutlu ki sevgili Eric, o işlem her ayın 1’inde evsahibi, faturalar, taksitler, vs. tarafından gerçekleştiriliyor! Ama bankada kayda değer bir param olsaydı inan ki senin için gider çekerdim. ‘O tekme’ için, ‘seagulls’ için, günümüzün karaktersiz topçuları yüzünden unutmaya başladığımız “kafası çalışan futbolcu modeli”ni bize hatırlattığın için…
Aslında Cantona’nın bu teorisinin bir devlet sırrı ya da yepyeni bir keşif olduğunu söylemek güç. Herhangi bir ekonomiste, hatta komşunun İktisat 1’de okuyan oğluna sorsanız benzer şeyleri duyarsınız. Ekmeğe zam geldiğinde verdiğimiz ilk tepki olan “Üç gün kimse ekmek almasa bak nasıl düşürüyorlar fiyatı…”dan da pek farklı değil. Ama herhangi birisinin söylemesi başka, koskoca Eric’in söylemesi başka…
O ‘7 Aralık’ bugün… Cantona’nın projesi (BankRun/StopBanque diye aradığınızda ayrıntılarına ulaşabilirsiniz) muhtemelen ‘sisteme’ pek bir zarar vermeyecek. Ama yine de özellikle Fransa ve İngiltere’de Cantona formalı gençlerin ve orta yaşlıların bazı bankalarda ‘olağandışı’ bir hareketlilik yaratmaları bekleniyor. Akşama doğru ajanslara düşecek bu görüntüleri izlemek zevkli olacak.
Kendi adıma konuşayım: Ne mutlu ki sevgili Eric, o işlem her ayın 1’inde evsahibi, faturalar, taksitler, vs. tarafından gerçekleştiriliyor! Ama bankada kayda değer bir param olsaydı inan ki senin için gider çekerdim. ‘O tekme’ için, ‘seagulls’ için, günümüzün karaktersiz topçuları yüzünden unutmaya başladığımız “kafası çalışan futbolcu modeli”ni bize hatırlattığın için…
2 Aralık 2010 Perşembe
Jilet gibi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)