1 Ekim 2010 Cuma

Beğendiğini söylemek… O kadar da zor değil!

“Hepimiz Gogol’un ‘Palto’sundan çıktık” diyen Dostoyevski; “Modern Amerikan edebiyatının tümü Mark Twain'in ‘Huckleberry Finn’ adlı kitabından doğmuştur” diyen Hemingway… İspanya’da zaten birinin demesine gerek yok. Orada herhangi bir kitapçıya girdiğinizde duvarların biri Don Quijote’nin çeşitli basımlarıyla kaplıdır, bir diğeri Cervantes üzerine yazılmış eleştiri, deneme, biyografi türü kitaplarla… Eh, kalan iki duvarda da Unamuno, Lorca, Delibes, Cernuda… Ve yanında da diğer kitaplar, bestseller’lar, vs. Peki bizde nasıl?

Otobüse, metroya binerken bazen gazetelerin ‘kitap ekleri’ni alıyorum elime. Tabloid boy oldukları ve bu nedenle kolay okundukları için. Bu eklerde hem ünlü, hem yeniyetme yazarlarla yapılmış röportajlar oluyor. Dikkatimi çeken şu: Klasik “beğendiğiniz yazarlar” sorusuna delikanlı gibi cevap veren pek az…

“Hımmm, bilemiyorum. Aslında örnek aldığım kimse yok.” “Kendi üslubumu geliştirdim.” “Herkesi etkileyen yazarlar beni de etkilemiştir.” gibi kaçamak cevaplarla soruyu savuşturuyorlar genelde. Biraz cesaretli davrananlar ise ancak şöyle isim verebiliyor: “Murathan Mungan diyebilirim.” Yani tam olarak demem de, ‘diyebilirim’!

Hâlbuki çekinmeden söylese incileri mi dökülür? Değerinden bir şey mi eksilir? En azından o çok ‘özgün’ dediği üslup çalıntı çıkınca bir bahanesi olur. “Çok beğeniyordum, çaldım” der!

Peki, sadece edebiyatta mı böyle bu durum? Tabii ki hayır… Şarkıcı da başkasını beğenmez bizde, futbolcu da, memur, esnaf, ressam, yönetmen, aşçı, şoför de… Üstelik bunu övünülecek bir şey olarak görürüz.

Azıcık ‘beğenmeye’ başlasak üzerimizdeki şu gerginliği atacağız bence!

Hiç yorum yok: