24 Kasım 2008 Pazartesi

İspanya, Sporda Göz Kamaştırıyor

Geçtiğimiz hafta sonu finalde Arjantin’i devirerek tenisin en büyük takım turnuvası Davis Cup’ı kazanan İspanya, sporda 2008 yılına damgasını vuran ülke olarak dikkat çekiyor. Bu sene içerisinde futbolda 44 yıl sonra Avrupa’nın en büyüğü olan İspanyollar, Sastre’nin Fransa; Contador’un İtalya ve İspanya Bisiklet Turu zaferleriyle sevindi. Teniste Rafael Nadal, tam 237 haftadır dünya klasmanının zirvesinde bulunan Federer’i tahtından indirirken, Pekin 2008’den de 18 Madalya İberya Yarımadasına gitti.

Fernando Verdasco’nun Jose Acasuso’yu 3-2 mağlup ettiği mücadele, Davis Cup’ta 2008 yılı şampiyonluğunu İspanya’ya getirdi. Mar del Plata’da oynanan final serisinde İspanyollar, Rafael Nadal’sız oynamalarına rağmen, kendi evinde 10 yıldır yenilmeyen Arjantin’i 3-1’le devirdi.

Bu zafer, sporda İspanya açısından harika geçen 2008 yılını taçlandırmış oldu. Son dönemde istikrarlı bir yükseliş sergileyen İspanya sporu, bu yıl kelimenin tam anlamıyla zirve yaptı.

29 Haziran akşamı EURO 2008 finalinde Almanya’yı Torres’in golüyle mağlup eden İspanya, 1964’ten sonra büyük turnuvalardaki ilk zaferini elde etti. Bu sonuç, İspanya’yı FIFA Dünya Klasmanı’nda da zirveye taşıdı.

Erkekler tenisinde bu yıl üst üste dördüncü Roland Garros ve ilk Wimbledon zaferlerini yaşayan Rafael Nadal, teklerde olimpiyat şampiyonluğunu da kimselere bırakmadı. 22 yaşındaki raket, bu başarıların ardından, tam 237 haftadır dünya klasmanının ilk sırasında bulunan Roger Federer’i tahtından indirmeyi başardı.

Nadal, Davis Cup Finalinde korta çıkamasa da, Amerika Birleşik Devletleri’ni 4-1’le devirdikleri yarı final serisinde turu getiren isim olarak dikkat çekti.

İspanya’da en popüler spor dallarından birisi olan Bisiklet’te de senenin yıldızı İspanyollardı. Fransa Bisiklet Turu’nu Carlos Sastre Candil kazanırken, Alberto Contador İtalya ve İspanya Turlarında zafere ulaştı. Olimpiyatlarda bisikletin en önemli dallarından Erkekler Yol Yarışı’nda ise, Samuel Sanchez altın madalyanın sahibi oldu.

2008 Olimpiyatlarında İspanya, 18 madalyayla tarihinin en 3’üncü yüksek madalya sayısına ulaştı. Bu madalyaların 5’i altın; 10’u gümüş ve 3’ü bronz olurken, İspanya, Pekin’de madalya sıralamasında 14’üncü basamakta yer aldı.

Rüya Takım’ın son yıllardaki en iyi kadrosuyla Pekin’e gelmesi, 2008 Olimpiyatları’nda gözlerin basketbola çevrilmesini sağlamıştı. Amerika Birleşik Devletleri, beklendiği gibi şampiyonluğu kazanırken, finalde Pau Gasol önderliğindeki İspanya karşısında çok zorlandı ve maçı ancak 11 sayı farkla kazanabildi. Böylece İspanya Basketbol Takımı gümüş madalyayla yetinmesine rağmen, altın bir gurur daha yaşadı.

Ayrıca NBA finalinde Boston Celtics’e kaybeden Los Angeles Lakers’ın en önemli oyuncularından Pau Gasol, NBA finalinde yer alan ilk İspanyol basketbolcu unvanını da 2008 yılında elde etti.

Bireysel başarıların hepsini sayarsak bu liste daha da uzayacak. Kesin olan şu ki, doğru yatırımlar yapılıp sporculara olanak tanındığında başarı kendiliğinden geliyor. Henüz 30 sene önce sancılı bir demokrasiye geçiş süreci yaşayan İspanyollar,’92 Barcelona’nın ardından şimdi de “2016 Madrid” mucizesini yaratabilmek için Chicago’yla çekişiyor. Madrid bu organizasyonu düzenlemeye hak kazanırsa, İspanya’nın spordaki yükselişinin daha da hızlanması, bu spor ülkesinin daha büyük başarılar kazanması, hiç de sürpriz sayılmayacak.

23 Kasım 2008 Pazar

22 Kasım 2008 Cumartesi

You...

“You are the most important person in your life. Be as kind to yourself as you are to others. Give yourself treats. Invite yourself out to dinner; send yourself life-affirming e-mails; ask yourself to share a holiday villa in Italy with you; leave little love letters for yourself around the house where you can discover them by chance while cleaning; ask yourself to come with you when you start your psychotherapy.”
Alistair Beaton

20 Kasım 2008 Perşembe

Horatius, 2000 küsür yıl önce Art of Poetry adlı yapıtında genç çevirmenlere öğüt verir...

"Aşina olduğunuz bir konuyu beylik bir biçimde ele alıp vakit kaybetmezseniz, özgün metni bir köle gibi sözcüğü sözcüğüne çevirmezseniz veya başka bir yazarı öykünürken, zorlukların içine dalıp, utancınızdan ya da kendiniz için koyduğunuz kurallar gereği işin içinden çıkılmaz bir durumda kalmazsanız, ele aldığınız konu sizin malınız olabilir." (Bassnett - McGuire, 1980-44) (Işın Bengi-Öner'in "Çeviri Bir Süreçtir... Ya Çeviribilim?" adlı kitabından...

15 Kasım 2008 Cumartesi

‘Futbola siyaset karıştı’ derler ya… Bu kez ‘futbolcular siyasete karıştı!’


Bask özerk yönetimi bundan önce "Euskadi" adı altında özerk Bask milli takımı olarak uluslararası karşılaşmalar yapıyordu. Hatta bu çerçevede Euskadi ile İran milli takımı arasında 23 Aralık’ta bir özel maç yapılması planlanmıştı.

Öte yandan, Katalanların "Katalunya" adı ile uluslararası karşılaşmalar yapmayı sıklaştırması, Baskları da harekete geçirmiş ve özerk yönetimin Baskça adı olan “Euskadi” yerine, ütopik Bask Devleti'nin adı olan "Euskal Herria"yı (Bask Ülkesi) kullanmak için girişimde bulunmaya yöneltmişti. Ancak arada bir fark var: “Katalunya” aynı zamanda özerk yönetimin de adı…

Dolayısıyla Baskların bu girişimi, “özerkliği” aşan, ayrılıkçı bir nitelik taşıyor.

Yeni gelişme ise şu: Tartışmaların ardından Bask Futbol Federasyonu, Bask karmasının, "Euskal Herria" yerine "Euskadi" adıyla uluslararası maç yapmasını kabul ettiklerini açıklayınca, Athletic Club Bilbao A takımının tamamı (27 oyuncu), Real Sociedad'dan 12 oyuncu ve alt liglerdeki çeşitli takımlardan futbolcularla toplam 165 futbolcu bir bildiri yayımladılar.

Futbolcular bildiride, “Yüzölçümü 21.000 kilometrekare ve adı "Euskal Herria" olan ülkeyi temsil ettiklerini ve Bask karması "Euskal Herria" adını taşımazsa İran maçına çıkmayacaklarını" açıkladılar.

Bu konudaki gelişmeleri, fecrikâzip'ten takip edebilirsiniz.

Şiş kebap, rakı... Ben sevmek Türkiye çok... Yine gelmek!

Fenerbahçe Ülkerli Damir Mrsic...

Bakıyorum adamın kariyerine, 1995'te gelmiş Türkiye'ye... Ve 2 sene Rusya molası haricinde hep buralarda takılmış.

İnsaf be abi, birisi Türkçe öğretsin Damir'e...

Az önce bir röportajını izledim; seviye, başlıktakinden biraz daha hallice, o kadar...

13 sene ya... İnsan bir merak eder, ne konuşuyor bu adamlar diye...

12 Kasım 2008 Çarşamba

Alın alın, çekinmeyin...

Özellikle uçak yolculuklarının olmazsa olmazlarından "havayolu magazin" dergilerinde yer alan, genel olarak ise "beleş dergiler" olarak gruplandırabileceğimiz yayınların üzerinde rastladığımız "your complimentary copy" ifadesi, maalesef Türkçemize "alabilirsiniz" karşılığıyla yerleşti.

Ben bu "alabilirsiniz"den şu mesajı alıyorum: "Zaten açgözlü, zaten hayvan olduğunuz için alın demesek de alacaksınız. 3 saattir uçakta satır satır okudunuz... Zaten 30 sayfa dergi... Bir de almasanız olmaz. Bırakın da yenisini koymak zorunda kalmayalım. Bir sonraki yolcu da okusun. Ama illa ki alacağınıza göre, bari edebimizle söyleyelim; alabilirsiniz!"

Valla ben bunu yazan havayolu şirketi yöneticilerin duyduğu o kini, o Türk insanını aşağılama duygusunu hissedebiliyorum bu "alabilirsiniz"de... Yoksa "your complimentary copy" gibi nazikçe bir ifadenin içine bu kadar edilemezdi.

Halbuki yer hizmetleri vergisi, havaalanında aldığınız nefes aidatı, hödöhödö makbuzu gibi akla hayale gelmeyecek vergilerle uçak biletinin fiyatını ikiye katlamayı, o derginin parasını 10 misli çıkarmayı biliyorlar.

Sizleri, o dergileri hiç işinize yaramayacak da olsa "almaya" davet ediyorum. Ta ki onlar bu "alabilirsiniz"i daha kibar bir ifadeyle değiştirene kadar...

10 Kasım 2008 Pazartesi

Bu da bana kapak olsun...

Bu yaz Marca’nın birinci sayfaları arasında en çok aklımda kalan 3 kapağı sizler için (ya da dürüst olayım, kendim için) derledim…

3 numarada 10 Eylül kapağı var. “Dövmelere Karşı Savaş” haberi manşete taşınmıştı. Real Madrid yönetiminin, enfeksiyon kapmalarını kolaylaştıracağı gerekçesiyle oyunculara “yönetime haber vermeden vücutlarında herhangi bir değişiklik yapmalarını yasakladığı” belirtiliyordu.

2 numara için yoruma gerek bile yok. 30 Haziran kapağı… “Şampiyonuz!” Spottaki ifadelerle, “artık bir rüya değil; gerçek”…

1 numaram ise 27 Temmuz kapağı… Tur’u kazanan Leganésli Carlos Sastre Candil birinci sayfada: “Sastre el Séptimo Magnífico”… Yani “Yedinci Harika Sastre”…

San Fermin'e farklı bir bakış...


Waldemar Kazak'tan hoş bir Encierro illüstrasyonu...

Çalışmanın orijinali 4'e 10 metreymiş ve sanatçı 2 buçuk hafta çalışarak yaratmış.

Ne diyelim... ¡Enhorabuena!

9 Kasım 2008 Pazar

Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi...


Ortaokuldayken sınıfta oturduğum sıraya Çoban Çeşmesi'ni yazmıştım. Bir sınav esnasında sıraların arasında dolaşan hoca, kopya sanarak bir an heyecanlanmıştı. Baktıktan sonra da, "İyi ki Han Duvarları'nı sevmiyormuşsun" demişti.
Çünkü Çoban Çeşmesi nispeten kısaydı.
Sayın hocamın haberi yoktu ki, bunu söylediği çocuk, Han Duvarları'nı zaten ezbere biliyordu!
Neyse, lafı fazla uzatmayalım. Hecenin beş şairinden beni en çok etkileyen ozan, Faruk Nafiz Çamlıbel, 35 yıl önce bugün "rüzgârın önüne katılmış"...
Saygıyla anıyoruz.

8 Kasım 2008 Cumartesi

BBG Evi, Bask Medyasında...

Ayrılıkçı Bask terör örgütüne yakın radikal milliyetçi gazete Gara'da, dün PKK ile ilgili yazılar yayımlandı. "Susturulmuş bir savaşın tanıklığı" başlıklı başyazıda, bir halkın güçlü bir devlete, ABD ve Avrupa'nın büyüklerinin jeopolitik çıkarlarına karşı savaş verdiği ileri sürülüyor ve terör örgütünün görüşleri dile getiriliyor. Kandil'e gönderilen gazeteci Karlos Zurutuza'nın teröristlerle yapmış olduğu röportaj da yazıda önemli yer tutuyor. Teröristlerin kod adlarıyla yaptıkları açıklamaların aktarıldığı röportajda, sürekli hareket halinde oldukları ve avuçlarının içi gibi tanıdıkları arazide saklanmayı da bildikleri öne sürülüyor. Yazıda, PKK kampında çekilmiş fotoğraflar da yer alıyor. Yani biz istediğimiz kadar "internet sitelerine erişimi engelleyelim", Türkiye aleyhine propaganda yapılmasının önüne geçmiş olmuyoruz.

Hatta engellemeye çalıştıkça daha fazla prim yapmalarını sağlayıp birilerinin ekmeğine yağ sürüyoruz.

Bir başka nokta da şu: Yıllardır Amerika’dan istihbarat almak için çırpınarak yerini tespit etmeye çalıştığımız "çok iyi gizlenmiş" kamplara "gazeteci turları" bile düzenleniyor. Ama biz o kamplara ancak Amerikan uydularından gelen istihbaratla arada bir ulaşabiliyoruz. O ender anlarda da üst düzey yetkililerimizden "PKK kampları ve hareketleri artık BBG evi gibidir." açıklamaları geliyor. Biz havaya giriyoruz. Zafer naraları atıyoruz.
Sonra Amerikan kameralarının aküsü bittiği (!) bir anda o "BBG evinden" çıkan 300-400 kişilik gruplar gündüz gözü karakol basıyor, şehit cenazelerinde ağlıyoruz, teröre lanet yağdırıyoruz.

Sonra bu "siklus" başa dönüyor.

Yeniden bir hava operasyonuyla bilmem kaç terörist "etkisiz hale getiriliyor", "uçaklarımız kayıp vermeden üslerine dönüyor", sonra bir şehit haberi daha geliyor…

Kan ve kaos ortamından beslenenlerin cepleri dolmaya devam ederken biz youtube’u, blogger'ı kapatıyoruz. Kafamız kuma gömülü olduğu için ben bu satırları yazamıyorum ama şehit haberleri yine geliyor…

Sonra ben yoruluyorum. Ama ziyanı yok, vatan sağ olmaya devam ediyor.